Sunday, July 10, 2005

Genel Türk Terbiye Adabı

Kızgın kumlardan serin sulara atlar misali laptopumla boğucu masa başı ağrılı oturuş pozisyonundan iki adım ötedeki 4 kişilik ufak bir dandik yurt odasının naçizane cam kenarı alt ranzasına kendimi güzelce monte edip bu satırları o halde yazmayı yeğliyor olabilirim. Her ne kadar bu arzunun içinde anlık debelenmiş olsam da oturduğum yerden kalkmak şu an için oldukça effor isteyen bi eğlem benim için. Yaz okulu denilen anlamsız tatil öldürme uğraşısı sonucu katlandığım ya da biraz daha gerçekçi olup ana nedene göz atarsak bütün sene yan gelip yatıp zevkine ilk dönem Calculus'den (bunun üstüne söylenecek de çok sözüm var ama sonraya saklayalım ya da boşverin gitsin) finale girmeyerek kaldığım ve Calc. 2'yi seneye bırakmamak için katlandığım bu eşi benzeri olmayan ODTÜ yaz okulunun (bir grup) yurtları(!) hapishane hayatının lüksünü sunuyor çok şükür. Odada geçirilen her dakika can sıkıntısı denilen öff pöf'lü boş kısır döngüye bir parça daha hatırasız geçmiş zaman olarak iliştiriliyor. İşte bu yazdığım bağlantısız kelime toplamları da canımın sıkkınlığını farklı renklere boyayıp sıkıntısını geçireceklerini sansalar da sadece etiketi değişiyor, işlev aynı istikrarlıkla sürüp gidiyor.

Bu yazdıklarımın başlıkla ne alakası var diye düşünebilir insan, şimdi konuyu bağlayacağım demeden önce çok da bağlantılı olmadığını herhalde sözcük kullanımlarıyla da itiraf etmeyilim; ama yine de bir bağlantı olması adına temeli sağlam bir köprü üstünde yürür edasıyla sözlerimi boşluğun arada düşünce üretmeme izin verdiği bahanesine sığınarak tekrar farkettiğim bir noktaya ya da
temaya yönlendiriyorum...Terbiye; Türk Dil Kurumu'nun online sözlüğünde 5 madde halinde sıralanmış açılımlarından görgü-eğitim tanımlamalı terbiye eşleniğine sadece evrensel anlamlarıyla değil Türklerin bana göre alışılmış davranış ve düşünce tarzlarıyla bazı eklemelerde bulunma isteği içerisindeyim (sağoolsun boşluk*). Aslında Türklerin terbiye'yi nasıl da farklı biçimlere sokabildiğini göstermek amacım. Terbiye kulağa ne kadar da edepli oturaklı bi sözcük gibi geliyor değil mi? Özünde yapısı gereği zaten saygı duyulası bi sözcüktür. Terbiye etmeye çalışmak yani görgü aşılamak ve çocuğu eğitmek her toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da bilinçli evebeynlerin çocuklarının iyi bir birey olmaları adına uyguladıkları bir eylemdir. Çocuğa büyüklerine saygılı olması öğretilir mesela, ki aslı saygının yaşayan her bireye gösterilmesi gerektiğidir. Büyüklerine saygılı olmak, Türk toplumunda genel bir saygı hissiyatından çok bir korku barındırır. Saygılı olmak adına çocuklar düşüncelerini ortaya koyamamaya yönlendirilirler. Büyüklere efendi gözüyle baktırılıp,bir korku hissettirilir. Bunun dışında terbiye eğitimi sırasında ki terbiye zaten eğitime eş değermiş, çocuğa belirli yaşam ve davranış tarzları empoze edilir. Her çocuk birer robotmuş gibi evebeyn ne derse onu yapar, ona uyar. Daha doğrusu sıkı eğitim bunu doğurur eğer çocuk çekingenliğe itilebilmişse. Yani söyleyeceğim terbiye Türkiye de çekinmeye yol açmıştır ve uslu uslu ne derse onu yapan çocuk ya da genç terbiyeli birey olarak anılır. Oysa onlar patlamaya hazır birer bomba halinde yanlış hareketler yapmaya meğilli hale gelirler...Öz güven eksiliği doğar ve bireysel yaşamdan çok ortamsal yani diğer insanlara dayanmış bir yaşam ortaya çıkar... Çocuklarımız, düşünce özgürlüğünün tadına varamıyor işte bu kalıplaşmış aile şablonları yüzünden. Anneler babalar ne kadar iyilik yaptıklarını sansalar da o modernize olamamış yaşamları çocuklarına da empoze etmeye çalışarak, yaptıkları tek şey onları kendilerine benzeterek topluma soyut açıdan sakat bireyler salmaktır. İşte terbiyenin çekingenliği doğurmasıyla bu bireyler ne haklarını savunabilecekler ne de yaşamın tadına varabilecekler. Bu gün bi söz duydum yanlış aktarabilirim ama anlatılmak isteneni tamamen yansıtacağıma inanıyorum: "Kundak ile tabut arasına ömür denir, onu yaşam yapan sizsinizdir." bu tarz bir şeyler demiş Murathan Mungan. İşte terbiye adı altında verilen despot keskin çizgilere-kurallara sahip eğitim; sözde aile görgüsünün yansıtılması, çocukları ilerde o ömrü yaşam yapabilmeye gereken güce sahip olmadan büyütüyor. Sonra toplumda milyonlarca amaçsız dolaşan insanlar... Acaba kan davası denen yozlaşmış ya da yozlaştırılmış beyinlerin hala devam ettirdiği anlamsız nefret neden hala sürüyor? Ya da kadınlarımız neden hala 13-14 yaşlarında ağalarla yani kendilerinden 30-40 yaş büyük insanlarla evlendiriliyor ya da onlara satılıyor? Neden her şeyi kabul eden saflığın en zarar verici halinin dibine vurmuş binlerce genç var ya da neden bi şekilde çevresinden uzaklaşıp kendini suç işlerken bulan başı boş gençler var? Bağları gevşek tutmak gerek! Kimse dünyaya anasının babasının emellerini sürdürmeye ya da onlar gibi düşünüp onlar gibi yaşamaya ya da yaşayamamaya gelmedi. Herkes görevlerinin bilincine iyi varmalı ve ona göre kurtarılmalı toplum süregelen cahillikten. Bu bir zehir, bu bir batak, bu bir balçık... Süründükçe üzerinize ne siz kurtulabilirsiniz kolayca ne de sizi birileri kurtarabilir gözleriniz sadece bakmayı bilip göremezken, beyniniz öylesine işlerken.

Değinmek istediğim nice farklı nokta vardı bir kaç saat önce bunlar sadece beynimde düşünce şeklinde barınırken; ama hak verirsiniz ki onları hemen yansıtmadığımdan doğan bir sıkılagelmişlik var. Fırtınalar esti çoktan geriye kalan izlerini yansıtabilirdim sadece.

...

0 Comments:

Post a Comment

<< Home