Monday, August 15, 2005

Şöhretine aldandı dünyalılar ve sana korsanını sattılar


Yön duygularımın birer birer çürütüldüğü sonsuzluğun karanlığında
Patlak vermiş ışığına kör gözlerim…
Büyüklüğü bilinmeyen kalbim bir rehine
Hacmi daha küçük bir mahpushanede
Ek adı da tımarhane.
Tımar edilmeye hazır benliğime iliştirilmiş şizofreni…
Ardından terkedilmiş bedenim azotlu günlerin olağan acımasızlığına.
Boş kaldırımların en zayıf yerinde
Duvarların arasına çekilip
Taşlaşmak hayalimin imkânsızlık vaveylaları
Kamçı etkileriyle ödetiyor anlık kurtuluş düşümün bedelini.
Ve adına insan dediğimiz çıkar manyakları
Bana bakıp duvarı görerek oynatıyorlar sahnede düşümün gerçeğini.
Figüranlığın ifadesizliğine boğulmuş kimliğim
İrkiliyor bir nefesin zincirlerini kırmasıyla
Ve uyanıyor bir ressamın gözlerinde parlayan bedenim…
Zor değil saatlerce kıpırdamadan durgunluğu tekrarlamak
Bir ressamın sanatına malzeme olarak
Hele de ölüme yaklaşan tik-takları sayarak…
Sonun her türlü haline bir an önce sarılmak arzusuyla
Yık(a)sam da ruhumu her gündoğumu
Ölümün en onurlusunun tabutunda çürümek ve çürütmek geçmişi
En huzurlu elveda olurdu.
Ne bir tinercinin bıçağında,
Ne çaresiz bir hastalığın hücrelerimi yıkışında,
Ne farlarını kırmızıya boyayan kanımla tek yönlülüğü ihlal eden bir arabada,
Ne de açlığın çevremi yavaş yavaş karartmasında
Saklanabilir ölümün en onurlusu.
En unutulmuşluğa kapı aralayan yok oluşlar işte size sunduklarım
En sıradan kaçışlardır bunlar sıradışı anilikleriyle sizi yakalayan…
Ve tuvaldeki müebbet hapsimin adı konuluyor karşımda şimdi
Ardından bana dikiyor gözlerini düzlemsel esaretim
Görüyorum ki anlamsız ifadesizliğimi yırtmış ek bir gözyaşı ve işte haykırışları:
“Ağlamadığına ağla da kırılsın döngünün tutarlılığı.
Haykır her dakika maral okuyan şu dünyaya hatalarını
Sınanmamış yamalarını atıversin üzerinden bir an önce
İpekböceği işçiliğiyle ördürdü duygusuzluğu üstüne, biliyorsun…
O dünya ki; kendini akıntısına en masum şekilde bıraktığın dünyan oluverdi
Sardıkça sardı seni gulyabaniler, süründükçe sen hissizliği
Tüm kirlilikleriyle soludukların seni yavaş yavaş boğuverdi.
Hadi…Ağlayamadığına ağla da kırılsın döngünün tutarlılığı.”
Ölüm!
Nasıl bir ölümdür ki bu;
Bir çocuğun gözlerinde bir melek gibi ışıldayabilir,
Sözlerinde tüm saflığı üzerine geçirebilir?
Ve nasıl bir dünyadır ki bu;
Bir çocuğun kalbinde şeytancıkları oynatıp,
Onu duyumsuzluğa hapsedebilir?
Şimdi çocukluğumun ölüm şarkıları bir bir hayat buluyor yine içimde
Hatırlıyorum da hep içten bakışlarla yalvarırdım tek dost bildiğim ölüme
Beni de yanına alsın diye
Şarkılardaki yakarışım canlanıyor yıllar sonra:
“Desinler:
Kalbi öldürdü onu
Büyüdü, büyüdü içindeSığmaz oldu.”
Her “elveda” yakınlığında uzaktı ölüm bana
Ama her “elveda” da bu dünyaya, ölümün “Zamanı değil…”i vardı.
Ve ölümün ertelemeleri, buranın işini çokça kolaylaştırdı.
İşte ölümün en onurlusu!
Bir çocuğun hatıralarındaki ölümün saflığı…
Bir aldanmışın “ölüm, beyne sıkılan bir kurşunun yadigârı” sanrısı…
Şimdiki ben’in her şeyi geride bırakması…
Size benden kalanlar bir beden yansıması ressamın fırçasından
Bir de bu:
Hani bir dilekçe kıvamında olmasını arzuladığınız
Ama ne de olsa dilekçelik kadar zaman ayırdığınız
Başından sonuna dalavere dolu
Sizce amacın sadece lafı dolandırmak olduğu
“Atacaksan kendini Galata’nın en denenmiş kısmından
Ne bu acındırmalar hayatı Kaldırımda bıraktığın bir resim ve uzun bir “elveda” mektubuyla”
Diyenleriniz de olmuştur elbet baştan ve sonlardan birer cümleyle
Ama ne Galata bana yakın ne de en denenmiş kısımlarına şahit oldum
Ne “elveda” diyorum ne de kınıyorum seçmece cümlelerinizi
Belki de yazmış olmak için yazıyorum
Kelimelerim hissizliğin duvarından arta kalan sakatlıkta ve düzensizlikte belki de
Belki kimsenin kalbini burkamayacak baştan sondan sözlerim
Ama umurumda mı ki eski günlerim,
Bir kâğıda sıkışıp kalmış naçizane toplama sözcüklerim…
“Sürgün oldum hayatta
Yoksunlukla bitirdim hisleri
İçtim son buruk yılı
Ve gelmek için zıtlığa
Bavulları topladım
Sözcükleri kırdım boğazımda
Parçaları toplayamadım.”
İşte son kalanlar bu uzunlukta fark edilmeyen parçalar
Benden geriye kalanlar…
İşte ölümün en onurlusu!
Bir resim ve sırf üstümden ağırlığı kalksın da sayfalara dökülsün diye yazılmış çöpteki yeri önceden satın alınmış uzun uzadıya bir mektup…
Zahmet etmeyin okumaya,
Zaten eminim çoğunuz bu kısma zahmetsiz gelmiştir.
Şimdi acıyan bakışlarınızı ve “vah vah”larınızı kendinize saklayın
Yersiz olur bakışlarınıza sahteliği kondurmak,
Şöhretine aldanarak…
Çünkü sandınız ki bu intihar öncesi sıradan bir “ölüm” mektubu
Ama bu ölüm sizin bildiklerinizden değil…
26-06-2005, 22:02

0 Comments:

Post a Comment

<< Home