"Şimdi Fransa'da Olmak Vardı..."
"Kendini çok akıllı sanırdın ya; hani pişmanlığı bilmem ben derdin, her adımım yerin sağlamlılığını iyice kontrol ediyor derdin. Şimdiyse arkana bile bakmadan kaçmak istemenin verdiği bir ürperti ve şaşkınlık içindesin. Anladın ki; bir adım daha sonrası seni boşluğa satabilir kolayca."
Hadi biraz ağla, içinde bulunduğun bu kabus seni sonsuza kadar sarabilir.
Kendini teslim ederken biraz daha kapsamlı düşünmeliydin belki de, tabi o sıralar bunun adı "kabus" değil "deneyim" di senin için. deneyimlerin de farklı versiyonları olduğunu bile bile, en acılısını dahi saygıyla eğilerek karşıladıysan da o zamanlar "deneyim"i negatif içerikli görmeye yatkın değildin. Her ne kadar hala eksileri umursamasan da, artık biliyorsun deneyim sandıklarının adı gerçekte "kabus"!
Mona Lisa'nın gülüşü üstüne söylenenler; var olan gizemi, bütünleyiciliği, dengesi, androjenliği, belki de aslında var olmayan ama insanların çok derinden incelemeleriyle kişisel gözlemlerinin yorumlara yamanması sonucu oluşan Mona Lisa gülüşünün yansıttıklarını hep sevmişimdir. Ama Mona Lisa'nın gülüşünü bir türlü sevememişimdir. Ama yine de Louvre müzesinde ellerimi arkamda kenetleyip, ayaklarım ağrıyana kadar suratımda ince bir tebessümle bu tabloyu izlemek isterdim; Leonardo'nun kafasındakilerle bu zamana kadar süre gelen iddiaların paralelliği üzerine amaçsızca varsayımlarda bulunmak, her detaya kendimce bir yorum getirmek, tablodaki insan gerçekten bir zamanlar yaşamışsa; o an neler hissetti acaba diye düşünmek yerine acaba o günden sonra bir şeyler değişti mi diye sorup kendime ardından Mona Lisa nın akşam yemeğini hazırlarkenki surat ifadesi üzerine kurulu saçma sapan imgeler yaratmak isterdim beynimde. O anı solumak isterdim belki de; biraz renklerde, biraz Mona Lisa nın boynu açık giysisinde, biraz da bakışlarındaki o zamanın dünyasının yansımasında belki de. Sonra da arkamı dönüp Louvre un 2. planda kalmış diğer mahkumlarına selam vermek, daha başka hikayeler kurgulamak isterdim onlar için. Louvre dan çıkış vakti gelince Paris te ilk defa bulunmanın tadını çıkartırdım herhalde. Ne ayaklarım, ne de düşüncelerim Eifel e yönelirdi sanırım; ama yine de gözlerimin bir ara yükseklere takılacağından da eminim. Havanın birazdan bozması umuduyla bulutlardan ıslak dar Paris sokakları dilerdim. Beynimde çok önceleri yaratılmış Syonder Sokağı nı, gördüğüm ilk tren istasyonuna yakın sokakla bağdaştırmam için elimde binlerce sebep olurdu gidip gitmeme tereddütünü gözlerinde gördüğüm bayana selamımdan sonra. Gökyüzünde yıldızlar seçilmeye başlayınca "Aman Tanrım, kayboldum sanırım" telaşını bir anlık hissedip, "hiç bilmediğin bir yerde kaybolamazsın vaveyla" diye içimden geçirip kendime gülerdim. Midemden gelen seslere biraz kulak verip Fransa nın havasına uyup uymadığını pek de kestiremediğim çantamdan çıkan Türk paralarının burda işe yaramayacağına üzülmeden en güzel çöreklerin görüldüğü dükkana girip özgürlüğün mutlu gülücüklerini tezgah arkasındaki iş çıkışını Julien le buluşmak için sabırsızlıkla bekleyen kahverengilere bürünmüş Lilian a gönderirdim tabi ardından gelecek çikolatalı çöreğin umuduyla. Ve şimdi Fransa sokaklarına tekrar teslim ederken kendimi, Amelie yi de anmak için bir parça Les Jours Tristes i dinlemek, sonra yüz kaslarımı iyice hissettirecek tasasız bir çocuk gülüşüyle Amelie gibi taş sektirmek isterdim geceyi çalan saatlerde.
"Bu bir rüya mı?" diye 7355. kez kullandığım söz kalıbını bir daha kullanmadan rüyanın büyüsüne gerçekçilik katmanın yersiz olacağını düşünüp, bu çiçeklerle
çevrelenmiş sevimli yerin krem rengi taşlarına ismimi yazıyorum şimdi. Ardından fotoğrafını çekiyorum bu yerin 5-6 kez elimde "burdaydım" kanıtı olsun diye belki de, sokak lambalarının aydınlattığı kaldırımları çiziyorum sol elim ıslak taşlara dayalı. Sonra İstanbuldaki Fransız Sokağının ne eksiği var diye düşünüp, ayrılıyorum düşümden. Kaçıştan kaçıyorum işte sonunda istemeden; ama en doygun noktasında bitiyor yolculuk sanırım. Daha gerçeğe ve bana yakın dar Fransız sokaklarının düşüncesi "Şimdi İstanbul'da olmak vardı..." dedirtiyor ve yeni boş sayfalar hücum ediyor beynime yine ama bunu daha sonraya saklamak lazım.
"Kaçış" yerine elveda katıp gidişime; bu kentten "ayrılış" demeyi yeğleyerek, "Şimdi İstanbul'da olmak vardı..." ya gerek kalmadan Fransız mimarisini İstanbul a taşıyan sokaklarda merdivenlere dayanmış resmederek devam ederim belki hayallerin daha da canlılarına, "Keşke" ye kral tahtını vermeden...
Hadi biraz gül, kabuslardan kaçış yolunu buldun nasıl olsa.
Hadi biraz ağla, içinde bulunduğun bu kabus seni sonsuza kadar sarabilir.
Kendini teslim ederken biraz daha kapsamlı düşünmeliydin belki de, tabi o sıralar bunun adı "kabus" değil "deneyim" di senin için. deneyimlerin de farklı versiyonları olduğunu bile bile, en acılısını dahi saygıyla eğilerek karşıladıysan da o zamanlar "deneyim"i negatif içerikli görmeye yatkın değildin. Her ne kadar hala eksileri umursamasan da, artık biliyorsun deneyim sandıklarının adı gerçekte "kabus"!
Mona Lisa'nın gülüşü üstüne söylenenler; var olan gizemi, bütünleyiciliği, dengesi, androjenliği, belki de aslında var olmayan ama insanların çok derinden incelemeleriyle kişisel gözlemlerinin yorumlara yamanması sonucu oluşan Mona Lisa gülüşünün yansıttıklarını hep sevmişimdir. Ama Mona Lisa'nın gülüşünü bir türlü sevememişimdir. Ama yine de Louvre müzesinde ellerimi arkamda kenetleyip, ayaklarım ağrıyana kadar suratımda ince bir tebessümle bu tabloyu izlemek isterdim; Leonardo'nun kafasındakilerle bu zamana kadar süre gelen iddiaların paralelliği üzerine amaçsızca varsayımlarda bulunmak, her detaya kendimce bir yorum getirmek, tablodaki insan gerçekten bir zamanlar yaşamışsa; o an neler hissetti acaba diye düşünmek yerine acaba o günden sonra bir şeyler değişti mi diye sorup kendime ardından Mona Lisa nın akşam yemeğini hazırlarkenki surat ifadesi üzerine kurulu saçma sapan imgeler yaratmak isterdim beynimde. O anı solumak isterdim belki de; biraz renklerde, biraz Mona Lisa nın boynu açık giysisinde, biraz da bakışlarındaki o zamanın dünyasının yansımasında belki de. Sonra da arkamı dönüp Louvre un 2. planda kalmış diğer mahkumlarına selam vermek, daha başka hikayeler kurgulamak isterdim onlar için. Louvre dan çıkış vakti gelince Paris te ilk defa bulunmanın tadını çıkartırdım herhalde. Ne ayaklarım, ne de düşüncelerim Eifel e yönelirdi sanırım; ama yine de gözlerimin bir ara yükseklere takılacağından da eminim. Havanın birazdan bozması umuduyla bulutlardan ıslak dar Paris sokakları dilerdim. Beynimde çok önceleri yaratılmış Syonder Sokağı nı, gördüğüm ilk tren istasyonuna yakın sokakla bağdaştırmam için elimde binlerce sebep olurdu gidip gitmeme tereddütünü gözlerinde gördüğüm bayana selamımdan sonra. Gökyüzünde yıldızlar seçilmeye başlayınca "Aman Tanrım, kayboldum sanırım" telaşını bir anlık hissedip, "hiç bilmediğin bir yerde kaybolamazsın vaveyla" diye içimden geçirip kendime gülerdim. Midemden gelen seslere biraz kulak verip Fransa nın havasına uyup uymadığını pek de kestiremediğim çantamdan çıkan Türk paralarının burda işe yaramayacağına üzülmeden en güzel çöreklerin görüldüğü dükkana girip özgürlüğün mutlu gülücüklerini tezgah arkasındaki iş çıkışını Julien le buluşmak için sabırsızlıkla bekleyen kahverengilere bürünmüş Lilian a gönderirdim tabi ardından gelecek çikolatalı çöreğin umuduyla. Ve şimdi Fransa sokaklarına tekrar teslim ederken kendimi, Amelie yi de anmak için bir parça Les Jours Tristes i dinlemek, sonra yüz kaslarımı iyice hissettirecek tasasız bir çocuk gülüşüyle Amelie gibi taş sektirmek isterdim geceyi çalan saatlerde.
"Bu bir rüya mı?" diye 7355. kez kullandığım söz kalıbını bir daha kullanmadan rüyanın büyüsüne gerçekçilik katmanın yersiz olacağını düşünüp, bu çiçeklerle
çevrelenmiş sevimli yerin krem rengi taşlarına ismimi yazıyorum şimdi. Ardından fotoğrafını çekiyorum bu yerin 5-6 kez elimde "burdaydım" kanıtı olsun diye belki de, sokak lambalarının aydınlattığı kaldırımları çiziyorum sol elim ıslak taşlara dayalı. Sonra İstanbuldaki Fransız Sokağının ne eksiği var diye düşünüp, ayrılıyorum düşümden. Kaçıştan kaçıyorum işte sonunda istemeden; ama en doygun noktasında bitiyor yolculuk sanırım. Daha gerçeğe ve bana yakın dar Fransız sokaklarının düşüncesi "Şimdi İstanbul'da olmak vardı..." dedirtiyor ve yeni boş sayfalar hücum ediyor beynime yine ama bunu daha sonraya saklamak lazım.
"Kaçış" yerine elveda katıp gidişime; bu kentten "ayrılış" demeyi yeğleyerek, "Şimdi İstanbul'da olmak vardı..." ya gerek kalmadan Fransız mimarisini İstanbul a taşıyan sokaklarda merdivenlere dayanmış resmederek devam ederim belki hayallerin daha da canlılarına, "Keşke" ye kral tahtını vermeden...
Hadi biraz gül, kabuslardan kaçış yolunu buldun nasıl olsa.
0 Comments:
Post a Comment
<< Home